Sayın Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın 30.09.2013 tarihinde açıklamış olduğu “Demokratikleşme Paketi”inde
üzerinde durmamız gereken ve farklı boyutlarda değerlendirmesini yapacağımız
hususları incelemek istedik.
Olaya toplumun geneli
açısından baktığımızda açıklanan paketin içeriğinin yetersiz olduğunu ancak
geçmiş dönemler ile kıyas edilmeyecek düzeyde özgürlüklerin önünü açtığını
görebiliriz. Yine zihinlerdeki bazı kalıpların, inatlaşmış bağnaz fikirlerin ve
yanlış sistem algısının da nispeten yıkıldığını görüyoruz. Öncelikle toplumun
yüzde doksan küsürünün Müslüman olduğunu düşündüğümüzde paketin içerisindeki
bazı düzenlemelerin öne çıktığını ve bunların gelecekteki paketler ile
artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Zira 80 yılı aşkın bir süre toplumun
ekseriyetini teşkil eden (%99) kesimin yok sayıldığını, ensesinde boza
pişirildiğini, bu toplum üzerinden ne siyasi mühendisliklerin oynandığını, bu
toplumun dinin, tarihinin, değerlerinin alt üst edildiğini düşündüğümüzde iş bu
paket içeriğinin ne derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle bu toplumun
yaşam tarzına, temel hak ve özgürlüklerine, din ve vicdan özgürlüğüne ve
başkaca haklarına kavuşması bizleri oldukça sevindirmiştir. Bunlar yeterli mi? Tabi
ki değil. Ancak 1930 – 1940 – 1950 – 1960 …. 1990’lı yılları düşündüğümüzde ne
denli önemli olduğu, bu paketlerin ve düzenlemelerin geliştirilmesi gerektiğini
görüyoruz. Zira bu toplumun ihtiyacı olan, yaşam tarzını, hak ve
özgürlüklerini, din ve vicdan hürriyetini, çalışma ve mülkiyet haklarını aslına
uygun olarak modern dünya standartları üzerine çıkarılması gerekir.
Bu kapsamda Sayın
Başbakanın açıkladığı ve toplumun ekseriyetini ilgilendiren “Yaşam Tarzına Saygı” nın Türk Ceza Kanunu kapsamında
ihlallerini cezalandırmayla önlem alınması yani herkesin dini inançlarının
gereğini yerine getirilmesinin önlenmesine yönelik cebir – tehdit kullanılan
her türlü müdahaleyi suç saymıştır. Herkes inanç, düşünce ve kanaatlerinden
dolayı yaşam tarzına yönelen müdahaleleri bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırma getirilmektedir. Bu
hususta hiçbir ayrım yapılmadan toplumun tüm kesimini kapsama almaktadır. Din
ayrımı yapmadan, inanç ve mezhep farklılığı gözetmeden, ırk ve renk anlayışı
görmeden Türk Vatandaşı olan herkese uygulanacaktır. Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Yahudi’yi
ve başkaca dinlere mensup olanların hepsini kapsama almaktadır. Müslümanlar
içerisindeki mezhepsel farkları da ayın kapsamada değerlendiriyoruz. Herkes
inancı doğrultusunda giyinebilecek, dini özgürlüğü kapsamında düşünce ve
kanaatlerini açık bir şekilde özgürce açıklayabilecek, dini anlayışı kapsamında
ibadetlerini özgürce yerine getirebilecek. Bundan dolayı kimse kınanamayacak,
cebir – şiddet ve tehdit ile müdahale edilemeyecek. Bu özgürlüklerin kapsamını
artırabilirsiniz.
Yine aynı kapsamda
Başbakan’ın açıklamasında “Kamuda Başörtüsüne Uygulanan Yasağın
Kaldırılması” da önemli bir gelişmedir. Tüm kamu
kurumlarında başörtüsü yasağı kaldırılmış ve bu yönde Bakanlar Kurulunun 16.07.1982 tarih ve 8/5105 sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan
Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelikte (Bu yönetmelik 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu’na dayanılarak çıkarılmıştır) yapılacak değişiklik ile
bu özgürlüğün önü açılacaktır. Ancak Sayın Başbakan, üç sınıfı bu kapsam
dışında tutarak bu yöndeki özgürlükleri güdük bırakmıştır. Bu düzenleme dışında
kalan askerler, polis memurları ile hakim ve savcılar bahse konu özgürlükten
yararlanamayacaktır. Gerekçe ise resmi elbise giymek zorunda olmaları gösterilmektedir.
Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan
Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmeliğin 2. Ve 5. Maddeleri açık
bir şekilde kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan memur, hizmetli ve işçi
kesimini belli kalıplara sokarak emir komuta zinciri içerisinde bir hiyerarşiye
tabi tutmaktadır. İş bu yönetmeliğin 2 maddesinde “Bu Yönetmelik, genel ve katma
bütçeli kurumlar, mahalli idareler, döner sermayeli kuruluşlar ve kamu iktisadi
teşebbüsleri ile bunların iştirakleri ve müesseselerinde çalışan her sınıf ve
derecedeki memurlar, sözleşmeli ve geçici görevle çalışan personel ile
işçilerin kılık ve kıyafetlerinin düzenlenmesine ilişkin esasları kapsar.”
Diyerek kapsam belirtilmiştir. Yine aynı yönetmeliğin 3. Maddesinde bu kapsamda
hangi kurumların olduğu ayrıntılı belirtilmiştir. Yine aynı yönetmeliğin 5. Maddesinde
“2
nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakları hususlar”
başlığı altında ayrıntılı bir şekilde kadın ve erkeklerin nasıl giyinecekleri
belirtilmiştir. Yani çalışanlar resmi ideolojinin kalıplarına sokulmuştur. Kamu
kurumlarında getirilen başörtüsü serbestisi işte tamda bu resmi ideolojinin
ortadan kalkmasına bir nebze katkı sağlamıştır.
Bu durum bize göre
eksik düzenlenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın bazı hükümlerine aykırı
olmuştur. Bu kapsamda başörtüsü konusunda istisna tutulan askeri sınıf, polis
memurları ile hakim ve savcılar övey evlat muamelesi görmüşlerdir. Şöyle ki;
Anayasamızın Birinci Kısım Genel esaslar bölümünde Kanun
Önünde Eşitlik başlığı altındaki 10. Maddesi “Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 07.05.2004 - 5170 S.K./1. md.) Kadınlar ve erkekler eşit
haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
(Ek cümle: 07.05.2010 - 5982 S.K./1. md.) Bu maksatla alınacak tedbirler
eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (...)(*) kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Yine Anayasamızın İkinci Kısım İkinci Bölümde Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı başlığı altındaki 17 maddesi “Herkes, yaşama, maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
Yine Anayasamızın İkinci Kısım İkinci Bölümde Din ve vicdan
hürriyeti başlığı altındaki 24 maddesinde “ Herkes, vicdan, dini
inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve
törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında
yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan
zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi
ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine
bağlıdır.”
Yine Anayasamızın İkinci Kısım Dördüncü Bölüm Siyasi
Haklar Ve Ödevler altında ki Hizmete girme başlığı altındaki 70 madde “ Her
Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.
Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.”
Görüldüğü gibi Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eş olmasından dolayı yapılacak
düzenleme ve alınacak tedbirlerin, bu eşitlik ilkesine aykırı yapılmaması
gerekir. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki insanlar dini, inancı, düşünce ve felsefi
görüşlerini açıklayacak, yaşayacak ve yaşam tarzına uygulayacak. Ancak bu
insanlara tanınan haklar neden askeri, polis, hakim ve savcılara
tanınmamaktadır. Bunlar bu toplumun çocukları değil mi? Bu devletin vatandaşı
değil mi? Bunlar da devlete hizmet etmiyorlar mı? Vergilerini vermiyorlar mı? Neden
ayrım yapılıyor ve eşitlik ilkesine aykırı düzenlemeye gidiliyor. Tek neden bu
kişilerin resmi kıyafet giymesi mi? Biz bu tür eşitsizlik ve sınırlamaları
kabul etmiyoruz. Zira örnek alınan ve girmek için her türlü değişikliği
yaptığımız Avrupa Birliği ülkelerinde başörtülü polis, asker ve yargı mensubu
bulunmaktadır. Bunlar açısından problem görülmediği halde bizde resmi kıyafetin
gerekçe gösterilmesi Anayasal hakları ve İnsan Haklarını ihlal etmiştir. Umarız
önümüzdeki düzenleme veya demokratikleşme süreçlerinde yasak oluşturan, sınır
koyan, belli kalıplara sokmaya çalışan anlayış değişir.
Bizce bu özgürlük ve
hürriyetleri talep etmek, demokratik, hukuk ve sosyal devlet anlayışın
gereğidir. Aslında talep etmekten ziyade Anayasanın 10 maddesinde “Kadınlar
ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik
ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” Belirtilen bu durumu
devletin sağlaması ve dikkat etmesini öngörmektedir. Toplum olarak zihniyetleri
de bu değişimlere uydurduğumuzda emin olun bu toplum, millet ve devlet asla
zeval görmeyecektir.